İngilizce içindeki of ne anlama geliyor?

İngilizce'deki of kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte of'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki of kelimesi -de, -da, -ın, -in, -ın, -in, -un, -ün, -den, -dan, -ı, -i, -u, -ü, -ın, -in, kadar, -nın, -nin, -den, -dan, -dan, -den, -e, -a, -den, -dan, olacak, -den, -dan, -e sahip, ne, hakkında, ile ilgili, yüzünden, nedeniyle, sebebiyle, sözünden dönmek, hayli, bir hayli, epey, birçok, çok, güzel vakit, an meselesi, birkaç, kolay iş, basit iş, katılım, garip kimse, işe yaramaz kimse, çok yakınında, modası geçmiş şey, mazide kalmış şey, bir yığın, bol miktarda, çok miktarda, çok büyük, yokluk, arındırmak, temize çıkarmak, bolluk, yetkinin kötüye kullanılması, anlayışlı, ile suçlamak, suçlamak, suçlamak, doğal afet, tabii afet, önlenemez afet, geliş, duyuru, bildirmek, haber vermek, korkmak, çekinmek, endişeli, önde, önündeki, önde, önce, daha önce, ilerisinde, planlanandan önce, önceden, hepsi, tümü, sadece, yalnızca, birdenbire, birden, bütün bunlar bir yana, hepsi, her türlü, her türden, alegori, kinaye, boylu boyunca, gibi, yanında, antitez, karşı sav, karşı tez, zıt anlamlı kelime, karşıt anlamlı sözcük, minnettar, müteşekkir, haberdar etmek, uygun bulmak, onaylayıcı, ile ilgili olarak, sırt çukuru, sorumlu kişi, mesul kişi, ileri gelmek, gösterim, çeşit, çeşitlilik, tür, cins, depo, aslına bakılırsa, doğruyu söylemek gerekirse, doğrusu, aslında, sonucunda, neticesinde, itibarı ile, son zamanlarda, bundan böyle, şimdiden sonra, şu andan itibaren, şu an, şu anda, şu anda, kapsamında, bir parçası olarak, -den utanan, doçent, garanti etmek, başında, hemen, hemencecik, sonunda, günün sonunda, sonuçta, aleyhine, aleyhine, aleyhine, -in elinde, -in elinde, -in temelinde, yükleme, alamet, işaret, yazar, yaratıcı, büyük miktar, farkında olan, haberdar, vâkıf, sosyal bilimler lisans derecesi, sosyal bilimler lisans derecesine sahip kimse, fen bilimleri lisans derecesi, fen fakültesi mezunu, arka taraf anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

of kelimesinin anlamı

-de, -da

preposition (from: derivation, origin)

The label on the wine bottle read "Produce of Spain".

-ın, -in

preposition (possession, connection)

(iyelik eki: İsimlere eklenerek onların neye veya kime ait olduğunu belirten ektir (örnek: "(benim) saat-im, (bizim) saat-(i)-miz").)
She's a friend of my neighbour.

-ın, -in, -un, -ün

preposition (ownership, authorship) (sahiplik)

I'm not familiar with the writings of Peirce.

-den, -dan

preposition (formed from: material)

This bowl is made of plastic.
Bu kase plastikten yapılmıştır.

-ı, -i, -u, -ü

preposition (relation of part to whole)

The back of the room was quiet.
Odanın arkası sessizdi.

-ın, -in

preposition (connection between nouns)

The economy is the cause of the crisis.
Krizin esas nedeni ekonomidir.

kadar

preposition (relation of numbers, values, etc.)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
We biked for a distance of 30 miles.

-nın, -nin

preposition (direction from) (yön belirtme)

There is a city north of here.
Buranın kuzeyinde bir kent bulunmaktadır.

-den, -dan

preposition (qualifies an adjective)

The secretary is tired of typing.
Sekreter, daktilo yazmaktan sıkıldı.

-dan, -den

preposition (distance) (mesafe belirtme)

There is a city within five miles of here.

-e, -a

preposition (US (time: before, to) (zaman)

It's five minutes of three o'clock.
Saat 3'e beş var.

-den, -dan

preposition (separation) (ayrılık belirtme)

He was deprived of his turn.

olacak

preposition (apposition) (vurgu)

That fool of a repairman left a wrench in the pipe.
O tamirci olacak aptal borunun içinde vida anahtarını unutmuş.

-den, -dan

preposition (inclusion) (aidiyet)

John's colleagues make him feel like he's one of them.

-e sahip

preposition (indicating attributes)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The Duchess was a woman of refinement.

ne

preposition (on the part of)

It was nice of you to give me a gift.
Bana hediye vermeniz ne hoş.

hakkında, ile ilgili

preposition (in respect of, with reference to)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
I would like to talk to you of your future.

yüzünden, nedeniyle, sebebiyle

preposition (indicates cause)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
She died of a broken heart.

sözünden dönmek

(promise: break)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The couple buying our house backed out of the purchase at the last minute.

hayli, bir hayli, epey

expression (large amount of [sth])

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Her presidential campaign had a great deal of success at the local level.

birçok, çok

expression (many, much)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
There were a lot of children in the swimming pool. They made a lot of noise.

güzel vakit

noun (informal ([sth] very entertaining)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Thank you for inviting me to your party. I had a lot of fun.

an meselesi

noun ([sth] which will happen eventually)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
They've been dating for 5 years, so it's only a matter of time before he proposes.

birkaç

plural noun (some, several)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
He has broken the rules a number of times.

kolay iş, basit iş

noun (figurative, informal ([sth] easy to do)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The new software installation was a piece of cake, no problems!

katılım

noun (informal (involvement, participation)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
If I'm to help you, I want a piece of the action.

garip kimse

noun (US, figurative, informal (unusual character, individual)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

işe yaramaz kimse

noun (US, figurative, informal (unpleasant, difficult person)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Tommy's a real piece of work; I heard he blamed his mistake on the boss.

çok yakınında

expression (figurative, informal (near)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The shop is just a stone's throw from my house.

modası geçmiş şey

noun (informal ([sth] obsolete)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

mazide kalmış şey

noun (informal ([sth] no longer a problem)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

bir yığın

noun (figurative, informal (large quantity) (mecazlı)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
I have a ton of work to do this week.

bol miktarda, çok miktarda

noun (figurative (abundant amount of [sth])

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
There's a wealth of reasons why you should stay.

çok büyük

noun (figurative (a great amount of [sth])

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
There is a world of difference between their politics.

yokluk

noun (lack)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
There was an absence of remorse in John's apology.

arındırmak

(religion: free from sin) (günahlardan, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The priest absolved the man of all his sins.

temize çıkarmak

(free from guilt)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The court absolved Richard of any blame for the accident.

bolluk

noun (large quantity of)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
We have such an abundance of tomatoes this year.

yetkinin kötüye kullanılması

noun (using authority for own benefit)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Violence against children is an abuse of power.

anlayışlı

(tolerant of [sth]) (-e karşı)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
This community is accepting of people of all cultures and backgrounds.

ile suçlamak

(often passive (law: charge with a crime)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Mr Robertson's former employer has accused him of fraud.

suçlamak

verbal expression (blame for doing)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
They accused me of not setting aside enough time.

suçlamak

verbal expression (law: charge with a crime) (hukuk)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He's accused of embezzling thousands of pounds.

doğal afet, tabii afet

noun (natural disaster)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

önlenemez afet

noun (law: unpreventable disaster)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The insurance company refused to pay out, ruling that the damages resulted from an act of God.

geliş

noun (arrival)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The advent of spring always gets me excited about gardening.

duyuru

noun (public indication of [sth])

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The scandal served as an advertisement of the company's internal problems.

bildirmek, haber vermek

(formal (notify [sb] of [sth]) (birisine birşeyi)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Newcastle Council have advised us of a series of road closures.

korkmak

adjective (scared of [sth], [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When I was younger I was afraid of spiders.

çekinmek

adjective (scared to do [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Joanne is afraid of trying new things in case she fails.

endişeli

adjective (worried about [sth] happening)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Sam was afraid of losing his job.
Ayşe işini kaybedeceğinden endişeli.

önde

preposition (in a race: in front)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
The race is in its final lap, and Ivy is ahead of everyone.

önündeki

(in front, before)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The truck ahead of ours has a flat tire.

önde

preposition (in front, before)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
We couldn't move because there was an accident ahead of us.

önce

preposition (prior to, earlier than)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Thank goodness we finished that project ahead of the deadline.

daha önce

preposition (before, earlier than) (birisinden)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
John arrived at the restaurant ahead of his brother.

ilerisinde

preposition (superior to)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Jon is ahead of the other children in his reading ability. This car is far ahead of the others in overall handling and safety.

planlanandan önce

adverb (earlier than scheduled)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
They estimated that the new Olympic stadium would be ready in September 2011 but actually it was finished ahead of time.

önceden

adverb (in advance, earlier)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
He was able to put the wallpaper up fast because I had primed the plaster ahead of time.

hepsi

pronoun (every one of)

(zamir: İsmin yerini geçici olarak tutabilen, isim gibi kullanılabilen, isim soylu sözcüktür (örnek: "kitabı gördün mü? > bunu gördün mü?").)
Someone has eaten all of the chocolates. All of his classmates went to his birthday party.

tümü

pronoun (every bit of)

(zamir: İsmin yerini geçici olarak tutabilen, isim gibi kullanılabilen, isim soylu sözcüktür (örnek: "kitabı gördün mü? > bunu gördün mü?").)
I've spent all of my money.

sadece, yalnızca

preposition (only)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
She took all of twenty minutes to complete the puzzle.

birdenbire, birden

adverb (suddenly)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
All of a sudden, a dark cloud blotted out the sun.

bütün bunlar bir yana

adverb (regardless, nevertheless)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)

hepsi

plural noun (every item mentioned)

(zamir: İsmin yerini geçici olarak tutabilen, isim gibi kullanılabilen, isim soylu sözcüktür (örnek: "kitabı gördün mü? > bunu gördün mü?").)
The cupcakes, all of which are gluten-free, are in the glass case.

her türlü, her türden

preposition (many and varied)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The shelves were lined with all sorts of lotions and potions for the skin.

alegori, kinaye

noun (symbolic representation)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Marianne is a French national symbol; she is an allegory of freedom and justice.

boylu boyunca

preposition (all along, alongside)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
She had strung miniature lights along the length of the patio for the party.

gibi

expression (similar to)

(edat: Farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilişkisi kurmaya yarayan yardımcı sözcüktür (örnek: "İstanbul'a kadar sadece seni görmeye geldim").)
You want purple wallpaper? I was thinking more along the lines of beige.

yanında

preposition (US, informal (beside, alongside)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
'Come sit alongside of me,' said Minnie to the new boy.

antitez, karşı sav, karşı tez

noun (exact opposite)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The antithesis of beauty is ugliness.

zıt anlamlı kelime, karşıt anlamlı sözcük

noun (word with opposite meaning)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The antonym of "severe" is "moderate." Can you think of an antonym for "reverential"?

minnettar, müteşekkir

adjective (person: grateful) (kişi)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
We're appreciative of all the help you've given us.

haberdar etmek

(formal (notify [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

uygun bulmak

(consider good, acceptable)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Her parents did not approve of her new boyfriend.

onaylayıcı

(person: who approves)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
My parents haven't always been approving of my relationships.

ile ilgili olarak

preposition (with regard to)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Apropos your visit, do you know when you will be arriving?

sırt çukuru

noun (curve of lower back)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
In this yoga pose, tuck your right arm behind the arch of your back.

sorumlu kişi, mesul kişi

noun (figurative (person responsible for [sth])

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The overly ambitious Macbeth was the architect of his own downfall.

ileri gelmek

(result) (birşeyden)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Several complications arose from the surgery.

gösterim

noun (display)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
His shelves held a vast array of Star Wars action figures.

çeşit, çeşitlilik, tür, cins

noun (variety, range)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The company provides an array of services for its customers.

depo

noun (figurative (store, supply) (mecazlı)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
This brochure has a whole arsenal of ideas for Christmas gifts.

aslına bakılırsa, doğruyu söylemek gerekirse, doğrusu, aslında

expression (in fact, on the contrary)

I'm not ignoring your brother; as a matter of fact, I invited him for dinner tonight.

sonucunda, neticesinde

expression (due to, because of)

As a result of your disobedience, your parents punished you.

itibarı ile

preposition (starting from)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
As of Monday, the office will be closed.

son zamanlarda

adverb (recently, lately)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
She has been acting unusually as of late. She hasn't eaten for four days nor slept for two nights.

bundan böyle, şimdiden sonra, şu andan itibaren

adverb (from this moment onwards)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
As of now, you are no longer welcome in my house.

şu an, şu anda

adverb (at this moment)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
As of now, we have collected nearly 80% of the funds we need to complete the project.

şu anda

expression (presently)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
As of today, the company's sales are strong.

kapsamında

preposition (in the wider context)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
As part of a school project, we must write and perform a short play.

bir parçası olarak

preposition (as a member)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
As part of a team, you must be able to work together with other people.

-den utanan

(embarrassed)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
I was ashamed of my boyfriend's rude behavior at the dinner party.

doçent

noun (person with associate's degree)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Ginny is an associate of arts.

garanti etmek

(guarantee [sth])

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Marcus tried to assure Liz of the reliability of the car, but she didn't believe him.

başında

expression (at the starting point of) (bir şeyin)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
In the old days, most of the credits were shown at the beginning of a movie.

hemen, hemencecik

expression (at the least provocation)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
That girl is so emotional, she'll start crying at the drop of a hat.

sonunda

expression (at [sth]'s conclusion)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
At the end of the race, the runner fell exhausted to her knees.

günün sonunda

expression (in the evening)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
He went home at the end of the day.

sonuçta

expression (figurative (ultimately)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
At the end of the day, there's nothing we can do.

aleyhine

preposition (figurative (to detriment of [sb])

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Many children make cruel jokes at the expense of other children.

aleyhine

preposition (figurative (to detriment of [sb])

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)

aleyhine

preposition (to disadvantage of [sth])

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)

-in elinde

preposition (because of)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Many women die at the hands of their own families for perceived dishonor.

-in elinde

preposition (because of)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)

-in temelinde

preposition (at the centre of [sth])

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
At the heart of the financial crisis there was a lot of greed.

yükleme

noun (uncountable (act of assigning)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The board's attribution of blame to an obvious scapegoat outraged the workers.

alamet, işaret

noun (good omen)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

yazar

noun (person who wrote [sth])

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The author of the book was famous, but nobody recognized him.

yaratıcı

noun (figurative, rare (creator) (mecazlı)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
He is the author of all his problems.

büyük miktar

noun (figurative (large amount)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
As a celebrity, Kim receives an avalanche of requests to make public appearances.

farkında olan

adjective (conscious: of [sth])

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Drivers must be aware of the other cars on the road.

haberdar, vâkıf

adjective (informed)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Is it good for young children to be aware of current affairs?

sosyal bilimler lisans derecesi

noun (humanities degree)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
I got my Bachelor of Arts in European Languages in 1986.

sosyal bilimler lisans derecesine sahip kimse

noun (holder of humanities degree)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
This job requires that an applicant be a Bachelor of Arts.

fen bilimleri lisans derecesi

noun (graduate degree)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Richard has a Bachelor of Science from Lancaster University.

fen fakültesi mezunu

noun (holder of science degree)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Kate is a Bachelor of Science in Chemistry.

arka taraf

noun (rear)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
I can sit in the back of the car and you can sit in the front.

İngilizce öğrenelim

Artık of'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

of ile ilgili kelimeler

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.