İngilizce içindeki hard ne anlama geliyor?

İngilizce'deki hard kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte hard'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki hard kelimesi sert, sert, şiddetli, zor, güç, şiddetle, ağır, katı, kaskatı, gayretle, gayretli bir şekilde, zorlu, çetin, sert, soğuk, sert, haşin, çetin, zorlu, kötü, sert, sert, keskin, yüksek kontrastlı, duygusuz, hissiz, cimri, pinti, hasis, sağlam, sert, sert, sert kabuklu, bayat, pürüzsüz, şiddetli, çetin, korunmalı, sert, sert, dikkatle, dikkatlice, dikkatli bir şekilde, haşin bir şekilde, alabanda, zorlukla, güçlükle, üzere, kumsal, elma şırası, sıkı pazarlık yapmak, sıkı bir pazarlığa girişmek, sağlam, taş yürekli, çok çalışan, basılı kopya, müstehcen, kararlı, kararlı kimseler, nakit para, sağlam para, sabit disk, sabit disk sürücüsü, ağır uyuşturucular, dargınlık, nadiren satın alınan/satılması zor mallar, kask, inşaat işçisi, muhafazakar kimse, tutucu kimse, muhafazakar, tutucu, gerçek hayat tecrübesi, zor zamanlar, zor hayat, zor yaşam, güç hayat, güç yaşam, ağır işiten, güç işiten, işitme güçlüğü çeken, agresif satış, kabul ettirmesi zor şey, mali zorluklar, zor dönemler, zor zamanlar, inanması güç, inanılması zor, güç beğenen, zor beğenen, müşkülpesent, anlaşılması güç, zor anlaşılan, yoksul, fakir, abazan, sıkı çalışma, zor iş, çalışkan kimse, kesin kural, katı yumurta, inatçı, mantıklı, açık, inatçı, devreli, programlı, tutucu, doğuştan gelen, çalışkan, (birşeyi yapmakta) zorlanmak, zorluk çekmek, çaba göstermek, yoğun çalışmak, işine bağlı olmak anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

hard kelimesinin anlamı

sert

adjective (solid)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Place the stepladder on a hard surface.

sert

adjective (firm) (yatak, vb.)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
This bed has a hard mattress.

şiddetli

adjective (forceful)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
He struck him a hard blow to the head.

zor, güç

adjective (difficult)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
That exam was really hard!
Sınav gerçekten de çok zordu.

şiddetle

adverb (with impact)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
He hit the ground hard with the pickaxe.

ağır

adverb (figurative (with deep emotion) (mecazlı)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
His death hit them hard.

katı, kaskatı

adverb (solid)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The lake was frozen hard.

gayretle, gayretli bir şekilde

adverb (with effort, energy)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
She exercises hard to keep in shape.

zorlu, çetin

adjective (rugged) (yol, vb.)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
This is a very hard hike, over rocks and boulders.

sert, soğuk

adjective (inclement) (hava)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
It was a hard winter, but they survived.

sert, haşin

adjective (stern) (bakış, vb.)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
She gave him a very hard stare.

çetin, zorlu

adjective (vigorous)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
They put up a long, hard fight.

kötü

adjective (bad)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
We have had some very hard luck.

sert

adjective (severe) (davranış, vb.)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
He's too hard on his children.

sert

adjective (figurative (person: tough, unemotional) (kişi, mecazlı)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The old woman rarely showed any emotion and people said she was hard.

keskin

adjective (sharp, distinct) (yüz hatları, vb.)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Her face has hard features.

yüksek kontrastlı

adjective (photograph: high contrast) (fotoğraf)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Print the photo using hard paper.

duygusuz, hissiz

adjective (figurative (unsentimental)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
When I started to cry in his office, he just gave me a hard look and asked me to leave.

cimri, pinti, hasis

adjective (colloquial (stingy)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
He won't lend you any money? That's rather hard.

sağlam

adjective (figurative (currency) (para birimi, mecazlı)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
You'll need hard currency to pay for this.

sert

adjective (figurative (drink: alcoholic) (alkollü içki, mecazlı)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
He only drinks hard liquor, never beer.

sert

adjective (water: with minerals) (su)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Water is hard if it leaves deposits in the shower.

sert kabuklu

adjective (baked goods: crusty) (ekmek, vb.)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
This bread has a lovely hard crust.

bayat

adjective (baked goods: stale) (ekmek, vb.)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Ellen used the previous day's hard bread to make breadcrumbs.

pürüzsüz

adjective (technical (textiles: smooth) (kumaş, vb.)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The cloth is made with a hard fibre.

şiddetli, çetin

adjective (destructive)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The army made a very hard attack on the enemy town.

korunmalı

adjective (military installation: protected) (misil, vb.)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The location of the army's hard missiles is secret.

sert

adjective (phonetics) (sessiz harf)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
You should pronounce this word with a hard "c", not a soft.

sert

adjective (treat [sb] harshly, sternly) (birisine karşı)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
My parents were hard on me when I was growing up.

dikkatle, dikkatlice, dikkatli bir şekilde

adverb (intently)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
She looked hard at the exam question.

haşin bir şekilde

adverb (severely)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
The teacher looked at him hard, and told him to leave the room.

alabanda

adverb (nautical: to an extreme) (denizcilik)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Go hard aport and make sure everything is alright.

zorlukla, güçlükle

adverb (with difficulty)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Her victory was all the sweeter for being hard won.

üzere

(near, coming up to) (olmak, yapmak, vb.)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
It was hard upon nightfall when they arrived.

kumsal

noun (UK (solid beach)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
You can access the hard during low tide.

elma şırası

noun (UK (alcoholic apple drink)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
After work, we stopped by the pub to have a half pint of cider.

sıkı pazarlık yapmak, sıkı bir pazarlığa girişmek

verbal expression (be tough negotiator)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The shopkeeper drove a hard bargain, but we eventually agreed on a price for the vase.

sağlam

adjective (tough, durable)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
I can't crack the ice, it is as hard as nails.

taş yürekli

adjective ([sb]: tough, without sympathy) (kişi)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Don't expect any sympathy from him, he is as hard as nails.

çok çalışan

adjective (working hard)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Miguel was hard at work doing his history project.

basılı kopya

noun (physical copy of data)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Can you send me a hard copy of the data?

müstehcen

adjective (pornography: obscene)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
That store sells hardcore pornography.

kararlı

adjective (person: staunch, committed) (kişi)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Mike is a hardcore baseball fan.

kararlı kimseler

noun (those most committed to [sth])

(çoğul isim: Birden fazla varlığı ya da kavramı ifade eder.)
The arduous ascent soon separated the wimps from the hard core.

nakit para

noun (coins and bills)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
We accept only hard currency, no checks or credit cards.

sağlam para

noun (currency unlikely to lose value)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The price of a hard currency tends to remain stable in the short term.

sabit disk

noun (computing: disk-reading hardware) (bilgisayar)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

sabit disk sürücüsü

noun (data-reading hardware)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The police were able to retrieve information from the fraudster's hard drive.

ağır uyuşturucular

plural noun (cocaine, heroin, etc.) (kokain, eroin, vb.)

(çoğul isim: Birden fazla varlığı ya da kavramı ifade eder.)
He started off abusing alcohol and later moved on to hard drugs.

dargınlık

plural noun (informal, often neg (resentment)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
When they broke up there were no hard feelings.

nadiren satın alınan/satılması zor mallar

plural noun (durable goods)

(çoğul isim: Birden fazla varlığı ya da kavramı ifade eder.)
There has been a slowdown in sales of hard goods such as appliances and furniture.

kask

noun (protective helmet)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Visitors to this building site are required to wear a hard hat at all times.

inşaat işçisi

noun (US (construction worker)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
There was a group of hard hats hanging out at the bar tonight.

muhafazakar kimse, tutucu kimse

noun (US, informal (conservative person)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

muhafazakar, tutucu

adjective (US, informal (conservative)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)

gerçek hayat tecrübesi

plural noun (figurative, informal (real-life experience)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Dan brings to the job a life-long experience of hard knocks.

zor zamanlar

plural noun (figurative, informal (difficult experiences) (mecazlı)

(çoğul isim: Birden fazla varlığı ya da kavramı ifade eder.)
The advertising industry has taken some hard knocks in the recent economic downturn.

zor hayat, zor yaşam, güç hayat, güç yaşam

noun (difficult existence)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Working in the coal mines was a hard life.

ağır işiten, güç işiten, işitme güçlüğü çeken

adjective (partially deaf)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
My grandfather is hard of hearing, so don't bother talking to him from across the room.

agresif satış

noun (informal (aggressive sales)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The hard sell is a tactic designed to quickly close a sale.

kabul ettirmesi zor şey

noun (informal, figurative ([sth]: hard to make desirable)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
It will be a hard sell to convince the rebels to back a plan to end the civil war.

mali zorluklar

plural noun (financial hardship)

(çoğul isim: Birden fazla varlığı ya da kavramı ifade eder.)
Both he and she are unemployed and they're going through some hard times.

zor dönemler, zor zamanlar

plural noun (difficult period)

These are hard times for those wanting to start their own business.

inanması güç, inanılması zor

adjective (not credible)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
It's hard to believe that this was once all open fields.

güç beğenen, zor beğenen, müşkülpesent

adjective (fussy, not easily satisfied)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
My boss has very high expectations of our work and as a result is very hard to please.

anlaşılması güç, zor anlaşılan

adjective (not reasonable)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
His motives are hard to understand.

yoksul, fakir

adjective (informal (poor)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
I'm not exactly hard up, but I still don't like to waste money.

abazan

adjective (slang (desperate for sex)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Go on a date with John? No thanks, I'm not that hard up!

sıkı çalışma

noun (great effort)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
We would like to commend you on your hard work for the company over the years.

zor iş

noun (informal ([sth]: requires effort)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Riding a bike uphill is hard work.

çalışkan kimse

noun ([sb] who works diligently)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Julie is a hard worker who does everything that's asked of her.

kesin kural

noun (rule: unbreakable)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
There's no hard-and-fast rule about what makes good picnic food.

katı yumurta

noun (egg boiled until yolk is firm)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Hard-boiled eggs are frequently required for slicing and adding to salad dishes.

inatçı

adjective (stubborn, unwilling to take advice)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
He is so hard-headed he refused to turn back even when it was obvious we were on the wrong road.

mantıklı

adjective (unsentimental, pragmatic)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Some people find them unsentimental, but my hard-headed methods have always been effective.

açık

adjective (blunt, honest)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The hard-hitting documentary about climate change has already won several prestigious awards.

inatçı

adjective (figurative, informal (tough, uncompromising)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The journalist is a hard-nosed critic of the current administration.

devreli

adjective (computer terminal: directly circuited)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)

programlı

adjective (computing: built into hardware)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)

tutucu

noun (staunch traditionalist)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Howard is a Republican, but he's not a hardliner.

doğuştan gelen

adjective (figurative (psychology: innate) (mecazlı)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Many of our fears are hard-wired, such as fear of the unknown.

çalışkan

adjective (diligent)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The seasonal workers employed to help with the harvest are very hardworking indeed.

(birşeyi yapmakta) zorlanmak, zorluk çekmek

verbal expression (experience difficulties)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Be kind to her - she's having a really hard time right now.

çaba göstermek

(informal (make an effort)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Try hard to be on your best behavior at the party.

yoğun çalışmak

(be diligent, apply yourself)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When studying for exams it is important to work hard.

işine bağlı olmak

verbal expression (be devoted to one's job)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

İngilizce öğrenelim

Artık hard'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

hard ile ilgili kelimeler

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.