İngilizce içindeki put in prison ne anlama geliyor?

İngilizce'deki put in prison kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte put in prison'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki put in prison kelimesi koymak, sokmak, koymak, açıklamak, ifade etmek, satma opsiyonu, denize açılmak, içine koymak, yerleştirmek, zorlamak, mecbur etmek, ifade etmek, koşmak, tahmin etmek, bahis oynamak, kullanmak, koymak, sormak, koymak, eklemek, dedikodu yaymak, rotasını tersine çevirmek, (fikri, vb.) kabul ettirmek, yerine koymak, bir kenara koymak, tıkınmak, akıl hastanesine yatırmak, hapse atmak, uyutmak, uyutarak öldürmek, ertelemek, yerine koymak, elinde tutmak, küçümsemek, uyutmak, not etmek, adını yazmak, adını almak, ortaya koymak, önermek, koymak, zaman harcamak, ilave etmek, sunmak, talepte bulunmak, -e sokmak, cesaretini kırmak, ertelemek, iğrendirmek, iğrendirmek, giymek, açmak, çalmak, sahneye koymak, sahnelemek, kilo almak, takınmak, numarası yapmak, kandırmaya çalışmak, sağlamak, ile irtibata geçirmek, ile temasa geçirmek, hakkına bilgilendirmek, söndürmek, söndürmek, rahatsızlık vermek, mağdur etmek, seks yapmak, uzatmak, basmak, iletmek, kilo almak, şişmanlamak, büyü yapmak, hayran bırakmak, hayran etmek, son vermek, tüm malını mülkünü/parasını tek bir yere yatırmak, son vermek, bir kenara bırakmak, görmezlikten gelmek, rahatlatmak, tehlikeye atmak, riske atmak, tehlikeye maruz bırakmak, riske atmak, kapatmak, koymak, nedeni olduğunu düşünmek, atfetmek, inanmak, inancı olmak, sokmak, içine sokmak, iyi konuşmak, iyi şeyler söylemek, lehine konuşmak, sıraya koymak, sıraya sokmak, düzene sokmak, düzene koymak, düzeltmek, uygulamaya koymak, haddini bildirmek, uygulamaya geçirmek, uygulamaya koymak, (birbirleriyle) iletişime geçirmek, -e yönlendirmek, topu taça atmak, yazmak, yazıya dökmek, yürürlüğe koymak, itici şey, mazeret, sahte, şaka, gösteri icra etmek, gösteri sahnelemek, rolü yapmak, gösterime sunmak, askıya almak, beklemeye almak, için ayırmak, makyaj yapmak, kâğıda dökmek, yazıya dökmek, yazmak, piyasaya çıkarmak, piyasaya sürmek, zor durumda bırakmak, güç durumda bırakmak, mahkeme karşısına çıkarmak, kederli, üzülmek, anestezi yapmak, bastırmak, baskı yapmak, düzeltmek, hatasını telafi etmek, (birisini) tuhaf/zor bir duruma düşürmek anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

put in prison kelimesinin anlamı

koymak

transitive verb (place)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He put his glass on the edge of the table.
Resmi albümün içine yerleştirin.

sokmak, koymak

transitive verb (figurative (cause to be) (mecazlı)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He put all his affairs in order before leaving for Australia.
Avustralya gezisine çıkmadan önce tüm işlerini düzene soktu (or: koydu).

açıklamak, ifade etmek

transitive verb (phrase, state)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
When I tell her, I'll put it in a way that won't upset her.
Bu konuyu onu üzmeyecek bir şekilde kendisine açıklayacağım.

satma opsiyonu

noun (finance: option) (finans)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
He placed a put on the stock as insurance against a fall in price.

denize açılmak

intransitive verb (vessel, craft: go, move) (gemi, vb.)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The aircraft carrier put to sea with eighty aircraft aboard.

içine koymak

transitive verb (insert)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Please put the mail in the slot of the mailbox.

yerleştirmek

transitive verb (place in the custody of) (aile yanına, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The social workers put the child with a foster family.

zorlamak, mecbur etmek

transitive verb (drive, force)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The tank corps put the enemy infantry to flight.

ifade etmek

transitive verb (phrase, express)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Can you put that in plain English for me? I don't understand your technical words.

koşmak

transitive verb (assign, attribute) (işe, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Let's put John to work on this task.

tahmin etmek

transitive verb (estimate)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I would put the cost at around five hundred dollars.

bahis oynamak

transitive verb (wager)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I think I'll put twenty dollars on this horse. I think she'll win.

kullanmak

transitive verb (apply)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
You should put your language skills to use in translating or interpreting.

koymak

transitive verb (make)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Let's put an end to this argument.

sormak

transitive verb (pose: a question)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Let me put this to you: How did birds evolve?

koymak

transitive verb (impose) (vergi, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The government put a charge on applying for a driving licence.

eklemek

(add)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The shopkeeper put an additional shipping charge on the purchase.

dedikodu yaymak

phrasal verb, transitive, separable (UK, informal (spread: a rumour)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It was put about that she was of loose moral character.

rotasını tersine çevirmek

phrasal verb, intransitive (nautical: turn around) (gemi)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He quickly put about to avoid the boat hitting the submerged rock.

(fikri, vb.) kabul ettirmek

phrasal verb, transitive, separable (convey: message, point)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He put his ideas across neatly and succinctly.

yerine koymak

phrasal verb, transitive, separable (tidy up, put in correct place)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My dad told me to put away my clothes.

bir kenara koymak

phrasal verb, transitive, separable (save: money)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Every year, I put away some money for a new car.

tıkınmak

phrasal verb, transitive, separable (informal (eat: a large amount) (gayri resmi)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Tacos must be his favorite food because he can sure put them away!

akıl hastanesine yatırmak

phrasal verb, transitive, separable (often passive, informal (commit to a mental institution)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The sculptor Camille Claudel was put away in 1913 and died 30 years later.

hapse atmak

phrasal verb, transitive, separable (often passive, informal (put into prison)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
If they catch the murderer, they are likely to put him away for a very long time.

uyutmak, uyutarak öldürmek

phrasal verb, transitive, separable (US, informal (pet: have killed) (evcil hayvan)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Sadly the dog's illness was untreatable, so the vet had to put it away.

ertelemek

phrasal verb, transitive, separable (postpone)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Dan has gone to Houston on urgent business, so we will have to put back our meeting until next Tuesday.

yerine koymak

phrasal verb, transitive, separable (replace, tidy away)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When you've finished the book, please put it back on the shelf.

elinde tutmak

phrasal verb, transitive, separable (reserve, keep to one side)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

küçümsemek

phrasal verb, transitive, separable (informal (disparage, speak ill of)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You shouldn't put him down like that.

uyutmak

phrasal verb, transitive, separable (euphemism (animal: kill as an act of mercy) (hasta hayvanı, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The vet had to put our guinea pig down because she was very sick.

not etmek

phrasal verb, transitive, separable (write, make note of)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I will put down that information in my notebook.

adını yazmak, adını almak

phrasal verb, transitive, separable ([sb] promises to contribute [sth]) (bağış için, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
So, can I put you down for a $20 donation this month? That's very generous of you. Can I put you down for £1,000?

ortaya koymak

phrasal verb, transitive, separable (propose, outline)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

önermek

phrasal verb, transitive, separable (propose, suggest)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The responsibilities were so overwhelming that no-one wanted to put himself forward.

koymak

phrasal verb, transitive, separable (contribute)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
If we all put in £15, that will cover the bill.

zaman harcamak

phrasal verb, transitive, separable (informal (work, make effort) (iş için)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I put in 15 hours today.

ilave etmek

phrasal verb, transitive, separable (say, make: a comment)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
"I've got a better idea," Abi put in.

sunmak

phrasal verb, transitive, separable (submit)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I've put an application in for that job.

talepte bulunmak

phrasal verb, transitive, inseparable (submit request)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Martha put in for 2 weeks of unpaid vacation at work.

-e sokmak

phrasal verb, transitive, separable (insert or place in)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
To start the car, put the keys into the ignition.

cesaretini kırmak

phrasal verb, transitive, separable (informal (discourage, deter)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I don't want to put you off, but that make of car you're thinking of buying is very hard to maintain.

ertelemek

phrasal verb, transitive, separable (delay until later)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'm busy this afternoon; can we put our meeting off until tomorrow? He was too busy in the morning, so he put his appointment off until the afternoon.

iğrendirmek

phrasal verb, transitive, separable (cause to dislike)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
That was disgusting; it has put me off my dinner.

iğrendirmek

phrasal verb, transitive, separable (informal, nonstandard (cause to dislike)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He was put off of seafood after getting food poisoning from some prawns.

giymek

phrasal verb, transitive, separable (wear: clothing)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She put on a pretty dress to wear to the party.

açmak

phrasal verb, transitive, separable (switch on: lights, stove, etc.) (ışık, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Put the lights on, will you? It's getting dark.

çalmak

phrasal verb, transitive, separable (set going: music) (müzik, CD)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Could you put a CD on? I fancy some music.

sahneye koymak, sahnelemek

phrasal verb, transitive, separable (exhibition, event, show) (gösteri)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
They're putting on a production of Hamlet at the local theatre.

kilo almak

phrasal verb, transitive, separable (mainly UK (gain: weight)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Keith has put on 10 lbs since he split from his wife.

takınmak

phrasal verb, transitive, separable (facial expression) (tavır, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My dog always puts on a sad face when he wants food.

numarası yapmak

phrasal verb, transitive, separable (informal (fake [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He put on an annoying high voice to imitate his sister. The footballer pretended to be injured but he was putting it on, hoping to be awarded a penalty.

kandırmaya çalışmak

phrasal verb, transitive, separable (US, informal (try to fool) (birisini)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
"You're putting me on!" said Bob. "No," Neil insisted, "it's true".

sağlamak

phrasal verb, transitive, separable (provide a service)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The activists are putting on coaches to take protesters to London.

ile irtibata geçirmek, ile temasa geçirmek

phrasal verb, transitive, inseparable (informal (put in touch with)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
A friend of his father's put him on to Mr. Smith, and Mr. Smith hired him as a printer.

hakkına bilgilendirmek

phrasal verb, transitive, inseparable (informal (inform about)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)

söndürmek

phrasal verb, transitive, separable (fire: extinguish) (yangın)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Quickly! Someone please put out the fire!

söndürmek

phrasal verb, transitive, separable (light: switch off) (ışık)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I put out the light and within moments, I was fast asleep.

rahatsızlık vermek

phrasal verb, transitive, separable (informal (inconvenience)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I need a lift to the station, but I wouldn't want to put you out.

mağdur etmek

phrasal verb, transitive, separable (often passive, informal (aggrieve)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Sophie was put out by the fact that her partner expected her to do all the housework.

seks yapmak

phrasal verb, intransitive (US, vulgar (woman: have sex)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
If you expect me to put out on a first date, you can think again!

uzatmak

phrasal verb, transitive, separable (body part: extend)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Jim put his hand out for Karen to shake. I put my left leg out to show the doctor the strange growth.

basmak

phrasal verb, transitive, separable (publish, issue)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
They put out a new issue of the magazine every 5th of the month.

iletmek

phrasal verb, transitive, separable (convey, communicate)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The lecturer knows how to put over his theories.

kilo almak, şişmanlamak

(get fatter, heavier)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Most college students gain weight during their first year of school. I've put on so much weight, my trousers won't do up!

büyü yapmak

transitive verb (bewitch)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The witch put a spell on the man, who then turned into a toad.

hayran bırakmak, hayran etmek

transitive verb (figurative (charm, enchant) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

son vermek

transitive verb (end, curtail)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The students are cheating; we'll put a stop to that right away. Prohibition did not put a stop to people drinking alcohol, in fact the reverse was true.

tüm malını mülkünü/parasını tek bir yere yatırmak

verbal expression (proverb (rely on a single plan)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
If you put all your eggs in one basket you risk losing them all.

son vermek

transitive verb (stop, curtail)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The fall put an end to her skiing career. I'll put an end to this nonsense right away!

bir kenara bırakmak

(place to one side)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Put aside what you are doing; it's time to have lunch.

görmezlikten gelmek

verbal expression (figurative (ignore, disregard) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Let's put aside our differences, so we can come up with a solution to our common problem.

rahatlatmak

verbal expression (make comfortable)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Gillian put us at ease before the test by making a joke.

tehlikeye atmak, riske atmak

verbal expression (endanger)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You have put our lives at risk by driving so carelessly.

tehlikeye maruz bırakmak

verbal expression (expose to) (birisini/bir şeyi)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We were put at risk of severe sunburn, working outdoors at midday.

riske atmak

verbal expression (risk)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It was a large amount of money to put at stake but he was willing to take the risk.

kapatmak

verbal expression (lid, cover: replace) (kapağını, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Stir the soup and put the lid back on for thirty minutes.

koymak

(place on surface)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Patsy put her pens down on the desk. The child's mother put him down and he ran off to play on the swings.

nedeni olduğunu düşünmek

verbal expression (UK, informal (consider as reason)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Sharon never speaks to me; I put it down to shyness.

atfetmek

verbal expression (ascribe to)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Jake's parents put his mood swings down to him being a teenager.

inanmak, inancı olmak

transitive verb (trust, believe in)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We need to do something now; we can't put faith in their promises of a future solution. As an atheist, I put my faith in the power of the human mind.

sokmak, içine sokmak

(insert, place inside)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Put the plug in the socket and turn the power on at the wall.

iyi konuşmak, iyi şeyler söylemek, lehine konuşmak

transitive verb (informal (say [sth] in support of)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Dad's angry at my big sister; Grandpa's going to put in a good word for her. // You're applying for a job at that firm? I know the boss; I'll put in a good word for you.

sıraya koymak, sıraya sokmak

verbal expression (arrange correctly)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The pages of the manuscript were muddled up so I had to put them in order.

düzene sokmak, düzene koymak, düzeltmek

verbal expression (make correct)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Before he died, my father was careful to put all his affairs in order.

uygulamaya koymak

verbal expression (implement)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The school has put measures in place to ensure no stranger can gain access to the building.

haddini bildirmek

verbal expression (figurative (humble) (birisine)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Eleanor's sharp rebuke put Daniel in his place.

uygulamaya geçirmek, uygulamaya koymak

verbal expression (carry [sth] out)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The new regulations have still to be put into practice. We have worked out the plan, and now it's time to put it into practice.

(birbirleriyle) iletişime geçirmek

verbal expression (informal (connect: with [sb] else)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You've never met Jeff before, but I can put you in touch.

-e yönlendirmek

verbal expression (informal (connect with [sb] else)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You've reached the wrong department, but I can put you in touch with someone who can help you.

topu taça atmak

verbal expression (rugby ball: kick out of bounds) (ragbi)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She kicked the ball and put it in touch.

yazmak, yazıya dökmek

transitive verb (make official or binding)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Contracts for the sale of land must be put in writing to be valid.

yürürlüğe koymak

verbal expression (law, rule: enforce)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The government should move immediately to put the law into effect.

itici şey

noun (unattractive thing)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Tom's a nice guy, but his habit of putting himself down all the time is a real put-off.

mazeret

noun (evasive statement)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The boss's response to the question of whether there would be redundancies was clearly a put-off.

sahte

adjective (pretended, fake)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)

şaka

noun (informal (trick, hoax)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)

gösteri icra etmek

verbal expression (perform)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Young children often like to put on a show for their friends.

gösteri sahnelemek

verbal expression (organize a performance)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

rolü yapmak

verbal expression (feign, give impression of)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The parents put on a show of unity so as not to worry their children.

gösterime sunmak

verbal expression (show off, exhibit)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
That tight shirt really puts his muscles on display nicely.

askıya almak

verbal expression (suspend)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Construction of the new shopping center was put on hold during the credit crisis.

beklemeye almak

verbal expression (phone: keep waiting) (telefonda)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When the customer service department puts you on hold, they play annoying music.

için ayırmak

verbal expression (reserve)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I've asked the library to put the book on hold for me.

makyaj yapmak

verbal expression (apply cosmetics)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
While driving is not a good time to put on makeup.

kâğıda dökmek, yazıya dökmek, yazmak

verbal expression (informal (make official)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Now we've all agreed on the terms, let's put them on paper.

piyasaya çıkarmak, piyasaya sürmek

verbal expression (offer for sale)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
They put their house on the market a year ago, but it hasn't sold yet.

zor durumda bırakmak, güç durumda bırakmak

verbal expression (informal (challenge, embarrass)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My teacher put me on the spot with a difficult question.

mahkeme karşısına çıkarmak

verbal expression (make appear in court)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Sometimes innocent people are put on trial for murder.

kederli

adjective (informal (aggrieved)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Mia felt put out when Shaun forgot to call her.

üzülmek

expression (informal (aggrieved)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
They were extremely put out at not being allowed to sit together.

anestezi yapmak

verbal expression (informal (make unconscious for surgery)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I hope the dentist puts me out when he removes my wisdom teeth.

bastırmak

transitive verb (apply force to)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Put pressure on the cut to stop the bleeding.

baskı yapmak

transitive verb (figurative (compel, coerce)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The mayor put pressure on the police to drop the case.

düzeltmek

(rectify)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

hatasını telafi etmek

verbal expression (make amends)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He attempted to put things right with her by bringing her roses.

(birisini) tuhaf/zor bir duruma düşürmek

verbal expression (cause [sb] social embarrassment)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Her thoughtless remarks about Janet put us all in an awkward position.

İngilizce öğrenelim

Artık put in prison'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.